Gazze: Haritada Bir Nokta; Vicdanda Bir Kıyamet
Bir çocuğun açlıktan kıvranışını 'terör propagandası' diye yaftalayabildiğimiz bir çağda,
insanlığımızın geri dönülemez bir kırılma noktasında mıyız?
Gazze...
Dünya haritasında belki silik bir nokta, atlasların kenarında küçücük bir leke…
Ancak insanlık vicdanında, her saniye genişleyen, her bombayla derinleşen bir kara delik, bir
kıyamet süpernovası.
8 Haziran 2025'te uluslararası sularda yaşanan Madleen gemisi faciası, bu kıyametin sadece
en taze ve çarpıcı sahnesiydi. Mama, ilaç ve en temel insani vicdanı taşıyan bu gemiye
yapılan operasyon, "güvenlik" adı altında insanlığa açılmış bir savaştı.
İçindeki barış aktivistleri, milletvekilleri, insan hakları savunucuları – umudun somutlaşmış
halleri – hedef alındı. Bu, sadece bir gemiye el koyma değildi; insanlığın ortak vicdanına,
merhametimize korsanca bir el koymaydı.
İsrail'in bu eylemi "7 Ekim travmasını hatırlatma" gerekçesiyle meşrulaştırma çabası, modern
savaşın korkunç bir evrimini gözler önüne seriyor. Savunma Bakanı'nın açıklaması, ele
geçirilen aktivistlere 7 Ekim 2023 görüntülerini zorla izleteceklerini duyurdu.
Bu, basit bir bilgilendirme değil; duygusal bir işkencedir, bir "travma pornografisidir." Acıyı,
korkuyu, dehşeti araçsallaştıran, insan psikolojisini hedef alan bir psikolojik harp taktiği…
Bu, Giorgio Agamben'in "istisna hali" kavramını akla getiriyor: Sürekli tehdit algısı yaratarak
olağanüstü önlemleri kalıcılaştırmak, temel hakları askıya almak.
İsrail'in bu taktiği basitçe şunu söylüyor: "Sizin savunduğunuz mazlumlar aslında size bunu
yapan canavarlardır. Acıları hak ediyor, merhametiniz yanlış yönlendirilmiş."
Bu uzak coğrafyadaki zulüm, gündelik hayatımızda nasıl yankı buluyor?
Düşünün!
Paylaşım yapmak bir başlangıçtır, evet. Ama "tıklamış olmak", gerçek sorumluluktan
kaçmanın modern bir yolu değil midir?
Bir gönderiyi "beğenmek", aç bir çocuğun karnını doyurur mu?
Bu, Slavoj Žižek'in "kültürel kapitalizm" eleştirisini hatırlatır: "Etik tüketim" yanılsaması,
gerçek eylem ihtiyacını bastırır mı?
Gazze'de elektrik, su, gıda abluka altındayken, bizler konforumuzun ablukasını kendi
ellerimizle örüyoruz. "Çok üzücü ama ben ne yapabilirim ki?" diyerek vicdanımızı
uyuşturmak, Emmanuel Levinas'ın "Öteki'nin Yüzü" karşısındaki mutlak etik
sorumluluğumuzu reddetmektir.
İsrail'in Gazze'de yürüttüğü, sadece fiziksel bir yıkım değil. Bu, bir halkın köklerinden
koparılması, hafızasının silinmesi, geleceğinin çalınmasıdır. Okullar, hastaneler,
kütüphaneler, arşivler hedef alınıyor.
Bu, Walter Benjamin'in "tarihin mezar kazıcıları" dediği galiplerin, yenilenlerin tarihini yok
etme çabasının güncel tezahürüdür. "Tek devletli çözüm"ün altında yatan, demografik
mühendislikle Filistinlileri topraklarından, tarihlerinden ve nihayetinde insanlıklarından
arındırma projesidir.
Agamben'in "çıplak hayat" (bare life) kavramı burada dehşet verici bir gerçeklik kazanıyor:
Gazze'de yaşam, siyasi haklardan, aidiyetten, gelecek umudundan soyutlanmış, sadece
biyolojik varlığı sürdürmeye indirgenmiş bir hayata dönüştürülmek isteniyor.
Jean-Paul Sartre'ın o unutulmaz sözü bugün her zamankinden daha çınlıyor: "Zulüm
karşısında tarafsız kalanlar, zalimin tarafındadır." Sosyal medya çağında hepimiz "tanığız".
Ama tanıklık, pasif bir seyirci olmak değildir. Vicdani tanıklık, sorumluluğu kabul etmek ve
harekete geçmektir.
Hangi adaletin sınırları, bir çocuğun karnını doyuracak mama götüren gemiyi "meşru hedef"
yapar?
Bu göz göre göre işlenen insanlık suçuna sessiz kalan uluslararası toplum, hangi ortak
geleceği inşa ettiğini sanıyor?
Algoritmaların bize gösterdiği "filtreli gerçeklikte", rahatsız edici olanı görmezden gelerek
kendimizi neye dönüştürüyoruz?
Sonuç: Kıyamet hepimizin içinde kopuyor
Gazze haritada bir nokta olabilir. Ama orada kopan kıyamet, insanlığın ortak vicdanında,
ruhunda patlıyor. Madleen gemisine yapılan, sadece bir geminin yolunun kesilmesi değil;
insanlığa giden yolun ablukaya alınmasıydı. Bu ablukayı kırmak, Sartre'ın dediği gibi, tarafsız
kalamayacağımızı kabul etmekle başlar.
Hashtag'ler (#Gazze, #Madleen, #VicdanAblukada, #GözGöreGöre, #İnsanlıkİçinAdalet) bir
başlangıç olabilir, ama asla bitiş olamaz. Gerçek başlangıç, rahat koltuğumuzdan kalktığımız
andır.
Sorgulamakla, konuşmakla, yazmakla, diplomatik baskı oluşturmakla, insani yardım
kanallarını zorlamakla, ırkçılığa ve dezenformasyona karşı durmakla...
Her birimiz, kendi alanımızda, vicdanın bu kıyametini durdurmak için ne yapıyoruz?
Tarih sadece galiplerin değil, sessizlerin yazılmamış utancıyla da şekilleniyor. Gazze'de
yaşanan, sadece Filistinlilerin değil, insan olma iddiamızın da imtihanıdır. Bu imtihanı
kaybetmeye daha ne kadar tahammül edeceğiz?
Vicdanımızdaki kıyametin sesi, ancak eylemlerimizin gürültüsüyle bastırılabilir. Harekete
geçme zamanı, nitekim dün çoktan geçti.