Yalçın Hatunoğlu
Tarih: 28.07.2025 16:57
Milliyetçi Siyasetçiler ve Aydınların Rölü
Milli Meselelerde; Milliyetçi Siyasetçiler ve Aydınların Rölü;
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan Terörsüz Türkiye sürecine
1970’li yıllarda Türkiye’nin siyasi yapısı, toplumun farklı kesimlerini temsil eden dört ana akım etrafında şekilleniyordu.
Türk milliyetçiliğinin Partisi (MHP) ve lideri Alparslan Türkeşti.
Merkez sağda Adalet Partisi vardı ve lideri Süleyman Demirel’di.
Bülent Ecevit yönetimindeki CHP kendini merkezin solu diye tarif ediyordu.
Dindar muhafazakârlığı ise Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Milli Selamet Partisi (MSP) temsil ediyordu.
Her biri kendi ideolojik çizgisinde ilerlerken, MHP hem CHP’nin devletçi milliyetçilik anlayışına hem de MSP’nin dini muhafazakârlığına karşı ideolojik ve siyasi bir mücadele yürütüyordu.
Türkeş, Türk milliyetçiliğini merkeze alarak, CHP’nin kurucu ideolojiye sığınan üstenci dili ve ayrıca içine sızmış marksist örgütçülerinin yarattığı vatansız milletsiz evrenselci söylemle mücadelesi vardı. Bütün bunlara karşı demokratik ve halkçı bir milliyetçilik anlayışını alternatif olarak savunuyor özellikle çağdaşlaşma ve modernleşmenin batılılaşma ile aynı şeyler olmadığını savunurken sığ batı taklitçiliğine saplanmış müstebitlere karşı Anadolu çocukları ile birlikte onurlu bir duruş sergiliyordu.
Erbakan’ın İslami muhafazakârlığı ise Erbakanın milliliğine rağmen, etnik kimlik takıntılı yarı Aydın siyasal islamcıların işgaline uğramış bir şekilde,devlet tarih kültür düşmanlığı içeren söylemlerinin etkisi altında siyasi muhalifliğini nerdeyse tarih kültür ve cumhuriyet düşmanlığına varan bir alana taşıyordu.
Bu siyasi ve ideolojik rekabet, Türkiye’nin o dönemki toplumsal ve ideolojik bölünmüşlüğünün en önemli resmini yansıtır.
Ancak 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleşince, Türk milliyetçiliğinin lideri Alpaslan Türkeş Ülkü Ocaklarına verdiği direktifle Ülke genelinde evler, sokaklar, iş yerleri Kıbrıs afişleriyle donatılıyordu; toplumun, siyasi farklılıkları bir kenara bırakıp harekâtı coşkuyla sahipleneceği bir tavır sergiliyordu bu bölünmüşlüğün ötesine geçen bir birliktelik örneği . Siyasi rakip olmalarına rağmen, MSP ve CHP’nin hükümet ortaklığı döneminde, harekât milli bir mesele olarak görülüyor ve tüm Türkiye tarafından destekleniyordu.
Bu destek, mevcut hükümetin ortaklarının siyasi puan kazanacağı düşüncesinden bağımsız olarak, tamamen milli bir duruşun eseri olarak ortaya çıkıyordu. Kıbrıs, Türk milleti için bir vatan meselesi olarak algılanıyor ve bu ortak anlayış, siyasi çekişmelerin önüne geçiyordu. Bu tarihsel örnek, milli meselelerde birliğin ne denli güçlü bir etki yaratabileceğini gösteriyor. Günümüze geldiğimizde ise benzer bir milli meselenin, terör sorununun çözümü etrafında şekillendiği görülüyor. Milliyetçi Hareket Partisi, lideri Devlet Bahçeli yönetiminde, yıllardır PKK ve diğer bölücü terör örgütlerine karşı en kararlı mücadelelerden birini yürütüyor. Bahçeli’nin ortaya attığı “Terörsüz Türkiye Süreci” bu mücadelenin bir uzantısı olarak, terör sorununu demokratik ve barışçıl yollarla çözmeyi hedefliyor. Ancak, bu süreç, bazı milliyetçi kesimlerden beklenmedik bir muhalefet görüyor. Bu muhalefetin temelinde, aslında süreç içeriğinden daha çok, Devlet Bahçeli’ye yönelik kişisel ve siyasi karşıtlık yatıyor gibi görünüyor.
Yaklaşık yirmi sekiz yıldır MHP’nin başında bulunan Bahçeli’ye karşı oluşan bu muhalif milliyetçi kesim, genellikle onun politikalarını sorguluyor ve bu sorgulama, bazen milli bir mesele olan terör sorununun çözümüne yönelik adımları gölgede bırakıyor.
Oysa terör, yalnızca bir siyasi mesele değil, aynı zamanda bir devlet ve vatan meselesidir. Terör örgütleri, yalnızca iç dinamiklerle değil, aynı zamanda uluslararası istihbarat örgütleri ve Türkiye’ye rakip olan devletlerin destekleriyle varlığını sürdürüyor.
Bu örgütler, Türkiye’nin istikrarını bozmak ve zayıflatmak için bir araç olarak kullanılıyor.
Dolayısıyla, vatanını seven ve devletinin bekasını önemseyen bir milliyetçinin, bu sorunun çözümüne yönelik ortaya konan projeleri desteklemesi beklenir. Bahçeli’nin “Terörsüz Türkiye Süreci” iddiası, tam da bu noktada, Türkiye’nin uzun vadeli güvenliği ve birliği için bir fırsat sunuyor.
Ancak, milliyetçi kesimlerin bir kısmı, Bahçeli’ye olan muhalefetleri nedeniyle bu sürece sıcak bakmıyor.
Bu durum, tarihsel bir örnek olan 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndaki birlik ruhuyla tezat oluşturuyor.
Türk milliyetçilerinin, terör gibi milli bir meselenin çözümünde siyasi farklılıkları bir kenara bırakarak ortak bir duruş sergilemesi gerekiyor.
Tarihte, Kıbrıs meselesinde gösterilen birlik, bugün de terörle mücadelede rehber olabilir.
Elbette, her kesim içinde istisnalar, farklı niyetler taşıyanlar ya da dış etkilere açık olanlar bulunabilir.
Ancak, genel olarak milliyetçi camianın, vatanseverlik ve devlet sevgisi temelinde, bu tür süreçlere destek vermesi, Türkiye’nin daha güvenli ve huzurlu bir geleceğe ulaşmasına katkı sağlayabilir. Terör sorununun çözümü, yalnızca bir siyasi partinin ya da liderin meselesi değil, tüm Türkiye’nin ortak hedefi olarak görülmelidir. Bu, Türk milliyetçiliğinin özüne uygun bir duruş olurken, aynı zamanda 1974’teki gibi bir milli birlik ruhunu yeniden canlandırabilir.
Genel olarak milliyetçi camianın, vatanseverlik ve devlet sevgisi temelinde, bu tür projelere destek vermesi, Türkiye’nin daha güvenli ve huzurlu bir geleceğe ulaşmasına katkı sağlayabilir. Terör sorununun çözümü, yalnızca bir siyasi partinin ya da liderin meselesi değil, tüm Türkiye’nin ortak hedefi olarak görülmelidir. Bu, Türk milliyetçiliğinin özüne uygun bir duruş olurken, aynı zamanda 1974’teki gibi bir milli birlik ruhunu yeniden canlandırabilir.
Terörsüz Türkiye’nin Küresel Etkileri ve Gelecek Projeksiyonu;
Terör sorununun çözülmesi, Türkiye’nin yalnızca iç güvenliğini değil, aynı zamanda uluslararası alandaki konumunu da kökten güçlendirebilir.
Terör, yıllardır Türkiye’nin kaynaklarını tüketen, toplumsal huzuru tehdit eden ve uluslararası imajını zedeleyen bir mesele olarak varlığını sürdürüyor. Bu sorunun demokratik ve barışçıl yollarla çözülmesi, Türkiye’yi bölgesel ve küresel bir güç haline getirme yolunda önemli bir eşik olabilir.
Ekonomik alanda, terörün sona ermesi, Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerinde yatırım ortamını canlandırabilir.
Güvenlik endişelerinin azalması, yerli ve yabancı yatırımcıların bu bölgelere yönelmesini teşvik eder.
Tarım, enerji, turizm ve altyapı gibi sektörlerde yeni projeler hayata geçirilebilir.
Örneğin, GAP yanında DAP projesininde tam anlamıyla hayata geçmesi, bölgenin ekonomik potansiyelini artırarak Türkiye’nin genel refah seviyesine katkıda bulunabilir.
Ayrıca, terör nedeniyle kesintiye uğrayan enerji ve ticaret yollarının güvenliği sağlanırsa, Türkiye, Asya ile Avrupa arasındaki ticari koridorlarda stratejik bir merkez haline gelebilir. Özellikle Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi gibi projelerde Türkiye’nin lojistik avantajları, küresel ticarette daha belirgin bir rol oynamasını sağlayabilir. Eğitim alanında ise terörün gölgesinden kurtulan bölgelerde okullaşma oranlarının artması beklenir. Güvenli bir ortam, çocukların eğitime erişimini kolaylaştırırken, üniversitelerin ve araştırma merkezlerinin bu bölgelerde daha etkin faaliyet göstermesine olanak tanır.
Eğitim seviyesinin yükselmesi, nitelikli iş gücü oluşturarak Türkiye’nin teknoloji ve inovasyon kapasitesini artırabilir.
Bu, uzun vadede Türkiye’yi bilgi ekonomisinde daha rekabetçi bir konuma taşıyabilir.
Üretim ve sanayi alanında, terörün sona ermesi, Türkiye’nin iç pazarını bütünleştirirken dış ticarette de daha güçlü bir aktör olmasına katkı sağlar. Güvenli bir Türkiye, uluslararası firmaların üretim üssü haline gelebilir.
Otomotiv, tekstil ve savunma sanayi gibi sektörlerde Türkiye’nin mevcut potansiyeli, istikrarlı bir ortamda daha da büyüyebilir.
Özellikle savunma sanayinde, Türkiye’nin son yıllarda geliştirdiği yerli teknolojiler, küresel piyasalarda daha fazla talep görebilir.
Ticaret yollarında ise Türkiye’nin jeopolitik konumu, terör sorununun çözülmesiyle daha da değer kazanabilir. Orta Doğu, Kafkasya ve Avrupa’yı birleştiren bir köprü olarak Türkiye, enerji boru hatlarından lojistik merkezlere kadar birçok alanda lider bir rol üstlenebilir. Örneğin, Hazar Denizi’nden gelen enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınmasında Türkiye’nin stratejik önemi artabilir.
Aynı şekilde, Karadeniz ve Akdeniz’deki ticaret yollarında Türkiye’nin etkisi güçlenebilir. On yıl sonrası için bir projeksiyon yapıldığında, Türkiye’nin bu alanlarda kaydettiği ilerlemeler, ülkeyi küresel bir aktör haline getirebilir. Terörün sona ermesiyle sağlanan iç huzur, toplumsal dayanışmayı artırırken, ekonomik büyüme ve eğitimdeki ilerlemeler, genç nüfusun potansiyelini açığa çıkarabilir. Türkiye, bölgesel istikrarın sağlayıcısı olarak uluslararası alanda daha fazla saygınlık kazanabilir. Diplomatik ilişkilerde daha etkin bir rol oynayan, ekonomik olarak güçlü ve teknolojik olarak ilerlemiş bir Türkiye, hem bölgesinde hem de dünyada söz sahibi bir ülke konumuna yükselebilir.
Bu vizyon, ancak milli meselelerde birlik ruhunun yeniden canlanmasıyla mümkün olabilir.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda olduğu gibi, Türk milleti, siyasi farklılıkları bir kenara bırakarak ortak hedefler etrafında kenetlenebilirse, “Terörsüz Türkiye Süreci” yalnızca bir hayal olmaktan çıkar ve gerçek bir başarı hikayesine dönüşür. Türk milliyetçilerinin, bu meselenin bir vatan ve devlet meselesi olduğunu unutmadan, geçmişteki birlik örneklerinden ilham alarak geleceğe umutla bakması gerekiyor.
Yalçın Hatunoğlu
Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —