Müjdat ÖZTÜRK

Tarih: 19.04.2022 15:05

TÜKETİM TOPLUMUNDA STATÜ ARAYIŞI...

Facebook Twitter Linked-in

İnsanın statü arayışı insanlık tarihi kadar eskidir.
Statü arayışı bir arayışın ötesinde insanlık için bir tutku adeta.
Önce statü nedir ona bir bakalım.
Statü, toplum içindeki pozisyon, konum anlamı taşıyan bireyin toplumsal yerini belirtmek için kullandığımız bir kavram.
Toplumsal yaşam da bazı gruplara yüklenen bir nevi saygınlık. 
Statü Endişesi’nin yazarı Alain De Botton’a göre statü çift anlam taşıyan bir kelime. Statü sadece toplumdaki yerimizi göstermiyor aynı zaman da başkaları nezdindeki değeri de ifade ediyor.
Her statü aynı mı? Değil.
Doktor ile hastabakıcı nasıl aynı değilse işçi ile zengin de aynı değildir.
Kişinin kontrolü dışındaki soy, cinsiyet, yaş gibi statülere yapabileceği pek fazla bir şey yok.
Ama toplumsal statüler elde edilebilir, kazanılır. 
Statüler kişiye güç ve nüfuz kazandırır. 
Tabakalı toplumlarda yüksek toplumsal statü ile düşük toplumsal statü arasında farklar olduğu kesin.
Bu sebeple insanlar statülerini değiştirmek adına çaba gösterirler. 
Statünün belirleyicisi birçok değişken vardır. Eğitim, aile, din, zenginlik vs.
Sayılan değerler arasında zenginlik neredeyse evrensel bir ölçüdür. 
**
Peki, niçin statü endişesi yaşar insan?
Statü arayışına girer, statüsüne yükseltmek ister?
Çünkü saygı görmek, sevilmek, başkaları tarafından onaylanmak, kabul görmek istiyor.
Maddi başarılar, zenginlik, mülkiyet istiyor.
Maslow, İhtiyaçlar Hiyerarşisinde statü kazanma arzusunu üçüncü basamağa yerleştiriyor.
Toplumsal kabul, başarma arzusu gibi olgular da statü arayışını güdüleyen sebepler arasında.
Statü elde etmek aynı zamanda maddi başarı anlamına da geldiği için insanoğlu statünün peşinde koşuyor.
Statü sahibi olmak sadece maddi başarı sağlamıyor insanın kendisini değerli hissetmesini de sağlıyor.
Bir toplumsal gerçeklik olduğu için de insanın statü arayışı, statü endişesi hiç bitmiyor.
Özellikle tüketim toplumların da statü kaygısı en yüksek seviyeye çıkıyor.
**
Tüketim toplumu dediğimizde ne anlıyoruz peki? Tüketimin yaygınlığını mı? Hayır.
Tüketimin yaygınlığı bir toplumu tüketim toplumu yapmaz. Bir toplumu tüketim toplumu yapan şey bizatihi tüketimin bir kültüre dönüşmüş olmasıdır.
Kültüre dönüşmüş tüketim de toplum bireylerden bağımsız anlam yüklenmiş nesneleri tüketmektedir. 
**
İnsan geleneksel toplumda sadece ihtiyacı kadar tüketiyordu. Bugünse tüketimi belirleyen ölçüt ihtiyaç değil.
Artık ihtiyaçlarımızı gidermek için tüketmiyoruz. Arzularımızı tatmin için de tüketiyoruz. Toplumsal konumumuzu değiştirmek için de tüketim de bulunuyoruz.
Bir anlam da statü kazanmak veya statümüzü göstermek için de tüketiyoruz.
Çünkü yaşadığımız çağ da tükettiğimiz ürünler toplumsal konumlarımızı da belirliyor. 
Sosyal statümüzü, ait olduğumuz sınıfı da gösteriyor. Bu sebeple anlam yüklenmiş ürünleri almaya çalışıyor bir yönüyle o ürünün temsil ettiği statüleri satın alıyoruz. 
Çünkü tüketim ihtiyacı gidermeyi aşarak toplumsal tabakalaşmada farklılıkları da ortaya koyan bir sürece dönüştü. 
Statünün, kimliklerin, sosyal grupların belirleyicisi görünümüne büründü.
Belli markaların ürünlerini alarak itibar kazanmaya, statümüzü iyileştirmeye çalışıyoruz.
İmkânımız ölçüsünde bu ürünleri sosyal sınıfımızı, statümüzü, ait olduğumuz toplumsal tabakayı belirtmek için gerçekleştiriyoruz.
Bir üst statüye geçmek için tüketiyoruz. Sahip olduğumuz marka ürünleri sosyal medya da teşhir ederek statümüzü sergiliyoruz. Bu ürünler sayesinde diğerleri üzerinde bir izlenim oluşturuyoruz.
**
Tüketim başkalaşırken tükettiğimiz ürünler de taşıdığı anlamlar, mesajlar ve semboller bakımından dönüştü.
Tüketimin kültüre dönüştüğü tüketim toplumlarında tüketim ürünleri sembolik anlamlar taşır.
Anlam yüklü tüketim ürünleri statü sembolü olarak görülür. Statü değiştirmek isteyenler bu ürünleri tüketmek ister.
Kapitalist yaşam biçiminin etkisinde oluşan statü toplumlarında de tüketilen ürünler sosyal statülerin göstergesidir
Statü göstergelerinin yaygın olduğu toplumlarda bu tarz tüketimin temel taşı markalardır. 
Marka ürünler, üstünlüğün ve bir üst sınıfın göstergesidir. Ve bu markalar daha çok toplumu etkilemek amacıyla tüketilir.
Tüketiciler markaları satın alırken sadece ürünü satın almaz o ürünün temsil ettiği sembolleri, statüyü de satın alır.
Bir ürün aldığınızda aldığınız o ürünün toplumda yaratacağı algıyı da satın alırsınız. 
Ünlü bir markanın sahip olduğu algının gösterge statüsüne sahip olursunuz.
Bu sebepledir ki hepimiz çok lüks evlerde oturmak, pahalı arabalara binmek, en pahalı telefonları kullanıp saati takmak istiyoruz.
Kıyafetlerimiz, oturduğumuz semt ve mekânlar, sahip olduğumuz sosyal ve siyasal makamlar sadece ihtiyacı değil kişisel güç ve statümüzü de gösteriyor.
Ve hepimiz bu statülerin peşinden koşuyoruz.
Ekonomik anlamda olmasa bile sosyal statümüzü değiştirmeye çalışıyoruz.
**
Tüketim ideolojisi sahte ihtiyaçlar, yapay statüler yaratıyor ve bireye sahip oldukları üzerinden bir değer atfediyor.
Aylak Sınıf Teorisi eserinde Veblen bu tip bir tüketim kültürünü eleştirerek zenginliğin toplum yararı yerine toplumsal eşitsizliği derinleştirecek biçimde kullanılmasını ve bu tüketim biçiminin diğer tabakalar tarafından taklit edilmesini eleştirir.
İşin özü tüketim toplumlarında, statü arayışının yaygın olduğu toplumlarda, güç mesafesinin çok açık olduğu toplumlarda statüler tükettiğiniz ürünler, sahip olduğunuz mevkiler üzerinden kazanılıyor.
Ama kaybedilen şeyler o kadar çok ki…


Müjdat ÖZTÜRK


 
Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —